En Kapak Sözler

Ahmet Oktay Şiirleri

Ahmet Oktay Şiirlerini Sizin İçin Yayınladık. Keyifli Okumalar...

Ahmet Oktay Şiirleri, Ahmet Oktayın Eserleri

 

Acı

Usandım taş basması günler yaşamaktan
yalnızlığımı büyütüyorum korkunç
yani bağırmak sana sulardan.

Her gün yeniden ölmek
elinden karanlık adamların
yalanla, ekmekle, silahla.

Üstümüze bakarken çağlar
her çocuk başı okşadığımız
suçlu bizmişiz gibi
büyüyor avcumuzda.

Gözlerinde bile
deniz dibi gözlerinde ölüler
askerler ve gemiciler halinde.

İhtiyar yüreği toprağın
buğdayı, elma’sı
korkuda.
Suskunluğum, utancım büyük
sıkıntım kara.
Gel dağıt mavini
kör kuyular uykuma.

                                  Ahmet Oktay

Anneler Günüymüş

Pancurları dövdü tüm gece yağmur,
şafakla açtım: dupduruydu gök.
Çektim içime güllerin kokusunu,
çoktan kesilmişti karşı koruluk
yine de bekledim bülbül sesini.

Kim bildi ki sözlerin imlemimi?
Gözaltında olduğumuz koğuşta,
Son firarda da enselenen Mansur
şöyle demişti sıtma nöbetinde:
‘nerde benim eski nefti kaputum? ‘

Unutmam, Haziran’dan gün almıştık,
ürkmüştüm güllerin curnatasından:
sözlemiştim okuldaşım Mehmet’le;
sancır yüreğim hala, tutuklanmış
bana ‘Cemiyetin Asılları’nı
verdikten az sonra Gençlik Parkı’nda.

Bugün ‘Anneler Günü’ymüş. Yıl olmuş
şuramda pıhtılaşan yara. Bir gül
aldım, zifiri çingene kızından;
savurdum komşu köşkün terk edilmiş
bahçesine. ‘Yeşert’ dedim her yeri.

                                  Ahmet Oktay

Aşı

Bir balıkçının yüzü vapurdan inince
gözümü alıyor öğle güneşi gibi,
dokunup geçse bir serseri kuş
ikindi vaktince incelmiş hüznüne
anlatacak avsız mevsimlerin
ve Çengelköy’ün tarihini.

Sarhoşluğundan aymaz hangi ozan
gücü tükenmez hangi taş işçisi
derin bir solukla daha sağlığında
yazıp bitirecek her şeylerin tarihini?

Çok intihar kullanıldı tarihinde
darağacına gitti ustaların
ve ağularla sınandı ey şiir
isyan eden ve olumlayan sözlerin,
gülü darılttı, Nisan’ı küstürdü
bir elmas sesi çıkaran özlemin.

Tarih elbet gözlerindeki hipnozlu mavilik
geliyor kardeşinin elinden tutmuş
yağmur altında ta Bulgarya’dan.
Ey bir su kaynağı gibi
durmaksızın kendini damıtan,
gözümü kamaştırsan da Çengelköy’de
işleyen senin yüzün
Niğde’nin elma bahçelerinde
ve Ağustos derdermez
Malatya’da pestil seriyorsun
61’de Cilo dağlarında rasladım
ayazlamış sıla özlemine,
gelecek yıl Kozlu’dasın.

Bir gün sonu ağzımda çalkaladım
tütün ve yağmur kokan yalnızlığını,
çürüyen bir başak gibi yazık
boğulmuş bir çocuk gibi korkunç
gurbetçiliğine aşılandım.

İşte aşılandığım öteki şeylerin:

Durmadan çay demleyen
fırtına gibi uğuldayan sohbetin,
çakmaktaşı gibi dayanıklı yüreğin
zeytin yıkayan ellerin
çaparideki ellerin
mavzer tutan ellerin.

                                         Ahmet Oktay

Ahmet Oktay Eserleri

Balkon

Yağmur çiseliyor! Akıp gitsin üstümdeki küf! Yakam bağrım fora. Üç duble votkanın beklentisindeyim; dört şiddetinde bir deprem! ‘Mal ve can kaybı: dokuz gökdelen çökmesi ve üç kalp krizi’.
Gündelik nefretin maliyetini kurtarmasa da fena değil.

Yine de güneşlik bir yer istiyorum. Yeşillik bir yer. Herkes Kır’a sığındı. Kent’i bana, benim gibilere bıraktılar: Pisliğim, Çukurum! Hayalin ve Güzelliğin rahmi!
Dört yanına yayıldım.
Yatıyorum bütün mezarlarında.

Benim gezinti alanım iki küçük saksı. Yetiyor bu gümrah arazi: Balkon, bahçe ve kabir:
üst kattaki dul her sabah ve akşamüstü sularken çiçeklerini beni de suluyor çünkü.

                                                                                                    Ahmet Oktay

Bengi İz

Bir kahkahayla silkindim
dalıp gittiğim mektuptan;
yaşam hep böyle uyarır bizi,
katıksız neşeye dönüşür
altuni bir sesle
en derin kederler;
mutlu bir düşteymiş gibi
zamanın dibinden gülümser,
artık yanaklarından öpemeyeceğimiz
sevgili yüzler.

Budur odaya süzülen mehtabın,
kurumuş eski çeşmenin
açıklayıp durduğu bilgelik ve giz

Sevinç de olgunlaştırır kalbi
acı ve ayrılık gibi;
süzülüp dibe çökeldikçe anılar
anlarız ki
çürüme ve tohum süreçtirler.

Yine de yetmez zaman
gecenin ve kitapların söylediğini çözmeye,
kaç kent, kaç aşk terkedilmiştir;
sinmiştir ölümler
satırlara bir koku gibi;
hep bir şeyler kalmıştır geride
asla unutmak istemediğimiz

Yüzyıllar içre konuşur farklı Yazılar,
solar, yıpranır meşin ve parşömen
bellekte kalır o bengi iz.

                    Ahmet Oktay

Beşir Fuat

Gün doldu: Kendime bir aksisedayım
Ürktüm hep hayalâttan. Aklım
bana açıkla: Yırtılan
zaman mı gülün yaprağı mı? Elinde
buruşturuyordu validem. Kapatılmış
ve leyli bakışlı mecnune. Ömrüm
şimdiden “bir devr-i hüzün”
ve kapkara matem: Dizdizeyim
dalgın hayaletinle. Ufku
sen misin seyreyleyen
Darüşşifa’nın o tozlu
penceresinden, ben mi? Vehimler
ve cinnet korkusu
bana mirasın. Ölü oğul da
küçük, çıplak ayaklarıyla
geziniyor sofada, çatının
içindeki rüzgâr gibi.

Ey hafıza! Kanıyor
Ne varsa süzdüğün. Siyah zambak:
Koridorlarında usulca açan
o Cizvit mektebinin “Gecede
yazmayı mutad edindim”
daha o zamandan. Sırdır
çünkü yazı: Candan doğar
ve ayan ettikten sonra
sır olur

Nemsin benim
öteki zamanlardaki çocuk? Bir hasım
gibi mi büyüttüm seni kalbimde?
Sözüm sana yine de: Kimi gerçek
daha derin düşten. Düşler de
geleceğe gönderir ve Yitik Söz
dirilir okurun dilinde.
Yaşamım! Doğrusun
yanlış olduğun kadar. Bir diken
gibisin içimde.

Ah! Gülün yok.
Doğ karanlığın devâsa
rahminden de
okurum hisset beni:
“İntiharımı da fenne tatbik edeceğim:
Şiryanlardan birinin geçtiği mahalde
cildin altına klorit kokain şırınga
edip buranın hissini iptal ettikten
sonra orasını yarıp şiryanı keserek
seyelân-ı dem tevlidiyle terk-i hayat
edeceğim”

Zevcem! Kim kimin uçurumu?
Her ağuş, ne yapsak

bir serzeniş aslında. Metresim!
Kucaklaştık ama daha bir kez
buluşmadık. Tecilin
dolmasını bekledim ben.

Suret-İ Varaka
“Ameliyatımı icra ettim. Hiç
bir ağrı duymadım. Kan aksın
diye hiddetle kolumu kaldırdım”

Ki “kâğıt dahi kanla mülemma”

                    Ahmet Oktay

Ahmet Oktay Şiirleri

Bir Portre İçin Taslak

Gece bir geyik bahçesidir bazan
ürkek, korkulu, nefes nefese,
çünki hep birileri gelecektir
hep birilerine gidecektir
düşlerin ve şarapların üstüne.
İşte düş de, şarap da bozgunda,
tatsızdır camın önündeki deniz
süzülen martılardan ne çıkar?
Geldiler gürültüleriyle
beşli, onlu bir cansıkıntısı.

Hiç kıpırdamaz, hiç anlamaz
çünki biz demek ben değiliz
kuşun nasıl uçtuğunu bilmeyiz
bir yeşilin ne olduğunu da.
Bir geceye mi çıkıldı? Onlar da var
yürekleri ve elleri nasırlı,
kimseler bir şey anlatmıyor
çiçeğe, suya, göğe ait
nasılsa bir aradalar.

Saatler ölümle bitişik ama bilinmez
işte gidiyorlar mı? Gitsinler
bardak ve sokak onun olur böylece.
Bozulmuş estamp bir gökyüzüydü
bazı adamlarla daralan.
Böylece kalkar engel
bir duyudur oturduğu yerde artık
çocuklarla çocuk olan.
Çıkarır salar mavi kuşları
kendi göğüne kendindeki ormandan.

Demek gittiler. İyi öyleyse
duyabilir saatlerle ölümü,
isterse eşkıya bir aşkla süsler
bazan da acılarla onu.

İskelede bir vapur vardır, o güzel
iki kişi yeter dünyayı anlamaya,
birinin ağlamasıdır herkesin ağlaması
tutar yüzünü elleriyle siler.

Ne olur geyikleri bahçede bırakın
ne anlatabilir çoklar çoklara?
İşte bir cam parçası, bir çakıl
hadi gidip biraz yalnız kalın.
Elbette kavgamız yine kavga
elbette aşkımız yine aşk.
Bakın, konyaklar içiliyor
hüzünden yapılıyor denizler
ama hadi, yalnız kalın.

Bir çocuk mu ağlıyor? Duydu
çünki bütün çocuklar ondan geçer
kırık oyuncakları, kirli yüzleriyle
Kamburunu çıkartır, usulca yürür
en iyi böyle duyulur gece.
Gece çoğaltılmış bir umudur
sessiz vapurlarla, kısık ışıklarla,
adamlar bir şey arar içkilerden
kadınlar bekler yünleri ve hüzünleriyle.

O da bir kadındır sıkıntılar yapan
renkli kağıtlar ve elişleriyle.
Elbette büyütür bir gökyüzünü
el sallar gece otobüslerine,
bir gazete alır, bir cümle yazar
çünki herkes korkar yalnızlıktan
ve her yerde bir intihar vardır.

Kendiyle yenilir her hüzün
bırakın geyikleri bahçesinde,
birlikte söyleyelim teklerden koro
‘her yerdeki intiharları durduralım
her biçimdeki intiharları durduralım’

Ama hadi, yalnız kalın.

                    Ahmet Oktay

Exit mobile version